Ezan


Namaz için bir davetiye olan ezan, aynı zamanda dinimizin şeâirindendir. Bu mânâda o, dinde önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple mü’min, bir saygı ve kabul ifadesi olarak ezan okunurken onu hep huşû içinde dinlemeli ve kelimelerini tekrar etmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin dediğini deyiniz…” buyurarak bu hakikati dile getirmektedir. Bu şekilde ezanı dinleyen ve kelimelerini tekrar eden mü’min âdeta şunu demek istemektedir: “Ben kalbim, lisanım, beynimdeki her fakültem ve Yazının devamını oku »

Namazın Beş Vakte Tahsisinin Hikmeti


Namazla gece-gündüz sırlı bir taksime tâbi tutulur. Hayat, ibâdet eksenli bir zaman anlayışına göre tanzim edilir.. ve bu sayede davranışlarımızın Hakk murâkebesi altında hüsn-ü cereyanı sağlanır (M. F. Gülen 1996, s: 75).

Bu beş vakitten her bir namaz vakti mühim bir inkılap başı olduğu gibi, büyük ve İlâhî bir tasarrufun aynası ve o tasarruf içinde İlâhî, küllî ihsanların aksettirdiği birer zaman olduklarından Allahü Teâlâ’ya o vakitlerde daha ziyâde tesbih, tâzim ve şükür emredilmiştir.

Nasıl ki, haftalık bir saatin saniye, dakika, saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misâlidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de, Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir saati olan şu dünyanın saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deverânı, dakikaları sayan seneler, saatleri sayan insan ömrünün tabakaları, günleri sayan âlemin ömrünün devirleri birbirine bakar, birbirinin misâlidir, birbirinin hükmündedir ve Yazının devamını oku »

Mezheplere Göre Namazların Cem’i


Namazların cemedilmesi meselesine temas eden rivayetlerin çokluğu, farklılığı ve değişik yorumlara kâbil oluşları gibi durumlar, ulemânın bu mevzuda değişik sonuçlara varmasına sebep olmuştur. Mezheplerin, bu meseledeki görüşleri şöyledir:

Hanefîlere Göre

Namazları cemetme, sadece Hac sırasında Arafat’ta ve Müzdelife’de yapılır. Arafat’ta cem’i takdîm yapılarak öğle ile ikindi birleştirilir; Müzdelife’de ise akşam te’hir edilerek yatsı ile birleştirilir. Yolculukta cemetmek câiz değildir. Ashap’tan Abdullah ibn Mes’ûd, Sa’d ibn Ebî Vakkâs ve Abdullah ibn Ömer gibi bazılarından da bu görüş rivâyet edilmiştir. Hasan Basrî, İbn Sîrîn, İbrâhim Nehaî, Esved gibi bir kısım selef de bu görüştedir. Bir rivâyette İmam Mâlik’in tercihi de budur (el-Meydânî, İstanbul ts., 1/185; Zuhaylî 1989, 2/350 vd).

Mâlikîlere Göre Yazının devamını oku »

Zaman Tanzimi


Allah yolunda hizmet etmek isteyen bir insanın bir ayı, bir haftası, bir günü ve bir senesi nasıl geçmelidir?

Kanaat-i âcizanemce, Müslümanların en çok geri kaldıkları hususların başında, soruda bahsedilen zaman ve mesai tanzimi gelmektedir. Aslında müminler, gayretli ve fedakâr olmalıdırlar ama, her nedense hayatlarını tanzim etmeye bir türlü yanaşmamakta ve dağınık yaşamaktadırlar. Ayrıca mesailerini tanzim edememenin yanında, onca fedakârlıklarına rağmen bir türlü hizmet düşüncelerini hayatlarının gayesi şeklinde sistemleştirememekteler. Müslümanlar, hizmet düşüncesini sadece yirmidört saatlik bir günün içine değil, belki günün bütün parçaları içine sokmaya alışmalı, gayeli, hedefli ve planlı yaşamalıdırlar.. bir gün öyle yaşayacaklarına ümidimiz tamdır.

Bu küçük girişten sonra, konuyla alakalı arzedeceğim daha başka hususlar da var. Birincisi, ferdin hayatına İslam’a hizmet düşünce ve anlayışının girmesi, biraz da o ferdin gönülden inanmasına ve bu işin sancısını yaşamasına bağlıdır. İşte böyle bir kişi, zaman tanzimini de bu işin sancılısı olduğu nispette düşünecek, hizmetini sabah ile öğle, öğleyle ikindi, ikindi ile akşam, akşam ile yatsı zaman dilimlerine bağlayacak ve, ‘Eğer hizmet adına günün şu parçaları içinde çalışmam olmazsa hayatımda bütün bu zaman parçaları ölü geçmiş demektir.’ diyecektir. Çünkü zaman, itibarî bir şeydir; onun hakiki vücudu yoktur. Zamana değer, hayatiyet ve canlılık kazandıran şey, o zaman zarfı içinde yapılan işlerdir; yani onun mazrufudur. Biz, ‘Asr-ı Saadet’ diyerek belli bir devreyi ve belli bir çağı alkışlarken, haddizatında herhangi bir zamanı değil, o zaman içinde yaşayan ve yaşananları dikkate alarak ‘Asr-ı Saadet’ diyoruz. Zaman ancak içinde cereyan eden şeyler itibariyle renklenir ve bir gökkuşağı halini alır. Bu şekilde dolu dolu yaşanan zamanın ân-ı seyyâlesi, başkalarının yüzlerce senesine bedeldir. Binaenaleyh zamana hakiki vücut ve kıymet kazandırma, onu değerlendirme ve insanların o zaman içinde yapacakları işlerle doğru orantılıdır.

İkinci olarak, bizim yirmi dört saatlik bir sermayemiz var. Bu yirmi dört saati, bizim son günümüz olabilir felsefe ve düşüncesi ile ele alıp, onu namaza göre programlayıp her parçası içine bir şeyler aktarmaya çalışırsak, o gerçek değerine ulaşır. ‘Öğle öncesi zamanımız’, ‘öğle sonrası zamanımız’, ‘ikindi sonrası, akşam sonrası zamanımız’ der ve namazla bölünen, namazla nuraniyet ve kıymet kazanan bu zaman parçaları arasında biz hizmet-i imaniye ve Kur’an’iye adına yeni yeni hamleler planlayıp ona göre yapılacak her şeyi yapar ve yaptığımız şeylerle iktifa etmeyerek, ‘Daha yok mu?’ yaklaşımı ile başka şeyler yapmanın planlamasına durur ve bunları gerçekleştirmek için de ikinci zaman parçasını değerlendirmeye koyuluruz. İşte o zaman bütün hayatımız nurlu ve tam ebediyete layık istikamette cereyan etmeye başlar.

Şayet bir insan, zamanını bu şekilde değerlendirebilirse, bir taraftan hakikaten zamanın kadrini, kıymetini bildiğini göstermiş olacak, diğer taraftan da soruda arzulanılan mesele kendi kendine tahakkuk edecektir. Böylece bir günümüzün içinde hizmet düşüncesi kendisini gösterdiği gibi haftamızın içinde de kendini gösterecektir. Ardından nurlu bir ay ve bu şekilde aydın aylardan müteşekkil nurlu bir sene meydana gelmiş olacaktır.

Biz, toplum olarak bu tür düşüncelerden mahrumuz. Ancak ‘Hiç bir kül yoktur ki ondan bir kısım cüz’ler istisna edilmiş olmasın.’ kaidesince yine de gayretiyle Müslümanların yüzünü ak eden bir çok insanın bulunduğu da bir gerçek. Ayrıca bu güzide topluluğun içinde de zamanını çok iyi tertip ve tanzim ederek değerlendiren insanları görmek her zaman mümkündür.

Ama keşke insanımız toptan zamanı tanzim edip değerlendirmesini bilseydi! Ne var ki, bunun yapılabilmesi öncelikle hizmet felsefemize tam inanmışlığa bağlıdır. Zira bağlılık olmayınca zorlamalarla bir şey yapmak ve yaptırmak mümkün olmaz. Cenab-ı Hak karşısındaki kulluğun tekrar ve terdadıyla (devamlı Allah’a müracaatla) iman insanda ikinci bir fıtrata dönüşmektedir. Konumuzda da durum aynıdır.

Zaman tanzimi vicdanlarımızda ikinci bir fıtrat haline gelince, biz de onun üzerine eğilecek ve onun her parçasına kendi ruh dünyamızı işlemeye çalışacak ve ruhsuz bir anın geçmesine fırsat vermeyeceğiz. Aslında Cenab-ı Hakk’ın namaz vakitleri gibi kıymetli anları, yirmi dört saatin içine koyması, O’nun zamana nur saçması ve onu yaşadığımızı bize hissettirmesi açısından çok önemlidir. Allah hafta nursuz kalmasın diye onu, içinde eşref-i saat bulunan Cuma ile nurlandırmıştır. İnsan o en mukaddes ve en şerefli saatte ellerini kaldırıp kemerbeste-i ubudiyet içinde Allah’a teveccüh edebilse hayatı adına ne sürprizlere şahit olacaktır.

Cenab-ı Hak, ayı dört cuma, aynı şekilde üçyüzaltmışbeş günlük seneyi de Ramazan-ı şerif ayı ile nurlandırmıştır. O’nun zaman içinde serpiştirdiği böyle nur kaynakları vardır ve bunlar gün, hafta ve ay içinde olduğu gibi sene içinde ve insan ömründe de vardır. Bununla Allah bize zamanın değerlendirilmesi dersini vermiştir. Dünden bugüne aklı başında kimseler küçük zaman parçalarını değerlendirmek suretiyle bütün hayatlarını nurlu yaşamaya muvaffak olmuşlardır.

Bizlere gelince bu konuda oldukça talihli sayılırız. Zira bu mevzuda bize çok ışık tutulmuş ve çok şeyler öğretilmiştir. Gün namaz vakitleriyle bölünerek ve ezanla vaktin geldiği ve geçmekte olduğu hatırlatılarak, zamanın kadrini bilme yolu gösterilmiş, bütün karanlıklar bertaraf edilerek aydın bir yola, nebilerin geçtiği bir şehraha hidayet edilmişizdir. İfrat ve mübalağa yapmaktan Rabbime sığınırım, fakat rahatlıkla şunu söylemeliyim ki, böyle bir zamanda din-i mübin-i İslam’a sahip çıkan insanların durumu, geçmiş devirlerdeki velilerin durumuyla müsavi sayılabilir. Evet, Cenab-ı Hakk’ın üzerimizde bu kadar lütfunun bulunduğu söz konusudur ve Rabbimiz’in bu kadar lütfu başımızın üzerinde bir bulut gibi dolaşmaktadır. Ama el uzatıp onu almak veya onun altına girip gölgesi altında yürümek, irade denilen muammayı kullanmak suretiyle bir manada bize bırakılmıştır.

Rabbim, irademizi kullanarak zamanı tanzim etmeye ve onun her anını dolu dolu değerlendirmeye bizleri muvaffak etsin!

Öncesi ve Sonrasıyla Namaz Hakikati


En son ve kâmil din olan İslam’ın direği, ibadetlerin baştâcı, ruhu, özü, üsâresi ve müminin de miracıdır namaz. Aslında namaz bizden önceki ümmetlerde de vardı: Tek başına bir ümmet aynı zamanda Halilullah olan Hazreti İbrâhim ve oğlu Hazreti İsmâil’e “Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz tutun!” diye emir buyuruldu. Yıllar sonra Kelimullah Hazreti Musa zamanında İsrâiloğulları’na 50 vakit namaz farz kılındı. Ruhullah Hazreti İsa daha beşikte iken “Yaşadığım müddetçe Allah bana namazı ve zekâtı farz kıldı” diye konuştu. Namaz, İslam ümmetine ise bir gece Kutlular Kutlusu’nun o kutlu yolculuğunun ardından bir hediye olarak geldi.

Efendimize namaz Mirac gececi takdim edildi. O’na göklerin kapıları açılmıştı. O, ashabının arasına döndüğünde ise içinden geçtiği kapıyı kapatmadı ve aralık bıraktı. Bu kapıdan geçiş bileti olarak da yanında mirac enginlikli namazı getirdi. Namaz bir çadırın orta direğidir ve o olmazsa çadır yıkılır. Fakat o çadırı yanlardan destekleyen kazıklar da göz ardı edilmemelidir. Nedir bu destekler ve tamamlayıcı unsurlar; abdesttir, ezandır, cemaattir, tesbihattır…

Namaz yolunda ilk tembih ve en birinci hazırlık abdesttir. Mümin bu hazırlığa taharetiyle başlar öyle ki daha ıtrahata giderken namaz kılmak için yapılan niyet namaza kadar geçen süreyi ibadet hükmüne çevirir. Abdestle, bedeni nâpâk şeylerden ve sezildik-sezilmedik menfîliklerden arınan insan artık büyük randevu için ilk hazırlığını yapmıştır. Hazreti Ali abdest alacağı an kendisine bir haller olur, benzi sararır, kendinden geçerdi. Kendisine nedir bu hâlin diye soranlara da; Yazının devamını oku »

Namaz koridoru


Namazı vaktinde kılmak çok önemlidir; ilk vaktinde kılmak evlâdır. Bütün fakihler, muhaddisler, müfessirler bu noktaya dikkat çekerler. Bununla beraber, siz hayatınızı öyle standart hale getirmişsinizdir ki; kerahet vaktine girmeden namazlara belli vakitler tahsis edersiniz. Namazı ve ona bağlı ibadetleri huzur-u kalb ile edâ etmek için o vakti kollarsınız. Ezanın ezan, kâmetin kâmet olması lazımdır. Onların duaları var. Bunların hepsi adım adım konsantrasyon adına çok şeyler ifade eder. Bir sofranın bile bir adabı vardır. Önce ne konacak, sonra ne getirilecek bir usulü, bir adabı vardır. Yemekten tam lezzet almak için bunlara uyulur. Namaz mâide-i semâviyesinin tadını çıkarmak için de onlara uymak lazım.

Namaz, Allah (cc) ile senin arandaki bir alış-veriştir. Seni Allah’a o kadar hızlı ve o kadar yakın hale getirecek namazdan başka bir şey yoktur. Bir kere, başta nazarî planda senin zihninde o asıl kıymetine ulaşmalıdır. Yani; henüz tatmamışsın, duymamışsın, hissetmemişsindir; ama nazarî planda “Bu, budur.” demen lazım. Çünkü, sendeki arayış duygusunu bu kabullenme meydana getirecektir. Arayış duygusunu tetikleyecek, ona start verecek şey budur. Böyle bir duygun yoksa, namazın içinde buna ulaşma düşüncen yoksa, neyi hedefleyeceksin ki sen onda? “Rabb’im bana burada O’na kul olma fırsatı veriyor. Ben şimdi kemâl-i edeble, kemerbeste-i ubudiyet içinde bu taabbüdî işi O’na bir arz edeyim. O ne kadar büyük, ben ne kadar küçüğüm; O ne kadar sonsuz, ben ne kadar sıfırım.. işte ona göre ben bunu edâ edeyim. Kulluğumu ifade etme fırsatıdır bu, küçüklüğümü haykırma fırsatı, O’nun azametini ilan etme fırsatı.” Evet, önce bu duyguyla dopdolu olmak lazım.

Huzurun iki mânâsı var: Birincisi, zevk-i ruhânîye erme. İnsan “keşke olsa” diye düşünebilir; ama bana göre ona da talip olmamak lazım. İkinci huzur, senin küçüklüğün, sıfırlığın ve hiçliğinle beraber kabul buyurulman.. huzur anını ve huzurda kendini ifade etme imkanını elde etmen. İşte bu huzura bağlı olarak O’nun huzuruna talip oluyoruz.